Translate

19 Aralık 2016 Pazartesi

Sessiz, sedasız ama avaz avaz...

Çok uzun süredir buraya yazı yazamıyorum. Keza benim gündemim oldukça karışıktı ama sanırım ülke gündemi kadar değil. Son günlerde yaşananlar kesinlikle kabul edilir şeyler değil.

Kaç şehit verdik bir haftada?
Kaç annenin, babanın, evladın, eşin canı yandı?

Yitip giden canların ardından dinmeyen kavgalar.

Bir yanda isyan bayrağını çekenler, bir yanda sessiz sedasız olup biteni izleyenler, diğer yanda da sosyal medya başında aslan kesilenler.

Hangisi doğru, hangisi gerçek, hangisi asıl olması gereken bilemiyorum ama en sesi çıkan bile aslında birşey yapmıyor, yapamıyor memleket için.

Biz annelerin ekran başında gözleri doluyor. Bir şehidimizin annesinin ayakkabıları bile yokmuş diye üzülüyoruz mesela... Eyvah! diyoruz bu anne-baba nasıl kendisine gelecek bundan sonra... Belki bir süre sonra haberleri kapatıyoruz izlememek için. Bir yandan da hangisi bizi doğru yönlendiriyor bilemiyoruz bile... Medya olması gerektiği gibi işliyor mu?

Sabah kalkıyoruz yine bir olay...
Hemen sosyal medyadan biz duyarlıyız mesajları, ardından rutine devam. Bir yandan başka ne yapabilirim ki diye düşünürken, bir yandan da belki vicdan azabı çekiyoruz.

Tüm bu arafta kalmaların sebebini bile bilmiyoruz farkında mısınız?

Birisi bağırırken sokakta kanımız kaynasa da sokağa çıkıp-çıkmama tereddütümüz yok mu?
Diğerimiz de penceremizi sıkı sıkı kapatıyoruz ki duyup görmeyelim diye...

Korkularımız kaygılarımız belki de bize dokunmayan yılan çok yaşasınlıktan ya da gelecek kaygılarımızdan ama yine de eski delikanlılık yok azizim.

Biz eskiden bir askerimizin başı için memleket yakan millettik. Şimdi onlarımız yitip gidiyor biz gelecek kaygısındayız.
Hangi gelecek, hangi huzur, hangi toprakta helal bize?

Hangimiz haklı, hangimiz yanlış bilemiyorum. Yazıyorum diye kahramanım sanmıyorum merak etmeyin. Ben de tam o bahsettiğim klavye delikanlılarındanım aslında...

Bugün bir yürüyüş var Beylikdüzü'nde onu görünce aklıma geldi bunları yazmak.

Belediye'nin ve Başkanın sosyal medya hesaplarında bir duyuru var...
Bu fotoğraf ile vatandaşı başkanın ağızından yazan şu mesajla şehitler için sessiz yürüyüşe davet ediyor:

"Beylikdüzü aziz şehitlerimiz için yürüyor. Yarın (Pazartesi) saat 17:30'da Beylikdüzü Belediyesi önünden başlayıp FSM camiinde sona erecek sessiz terör protestosuna tüm halkımız davetlidir. Yürüyüşe Türk bayraklarımızla katılımınızı önemle rica ederim."


Bazen en kötü şeyi yapmak hiç birşey yapmamaktan iyidir... Ben orada olacağım en azından şehitlerimiz için dua edip bayrağımızı onlar için dalgalandıracağım.



18 Mart 2016 Cuma

Anlamlı Günde Beylikdüzü'nden Anlamlı Haber


Beylikdüzü Belediyesi'nin bir kaç anma törenine dahil olmuştum. Beylikdüzü Beylicium Avm'nin yanındaki Başkanlık Binası'nda resmi ve anmaların yapıldığı bir alan vardı. O alana yeni bir Atatürk heykeli yapılıyormuş bu günlerde. Eskiden var olan büst başka bir yerde değerlendirilmek üzere kaldırılmış ve yerine Heykeltraş Azmi Sekban’ın yaptığı 3 metre boyunda ve 2 ton ağırlığında Atatürk Anıt - Heykeli yerleştirilecekmiş.

Özel olarak tasarlanan heykel Atatürk’ün milli mücadele yıllarında işgal altındaki vatanını karanlık günlerden kurtarmak için verdiği mücadeleyi simgeliyormuş. Çalışmada, Atatürk’ün karanlıktan aydınlığa geçişini, güneş gibi doğarak izinin ve silüetinin hiç silinmeyeceğini anlatılıyormuş. Alışılagelmişin dışında sivil giysili, golf pantolonlu, şapkalı, çizmeli modern giyimiyle yansıtılan Atatürk Anıt-Heykeli ve çevresi mermer olarak tasarlanmış...

Detayları Beylikdüzü Belediyesinin sayfasından aldım. Bu linkten inceleyebilirsiniz..
http://www.beylikduzu.bel.tr/tr/content/beylikduzu-modern-ataturk-anitina-kavusuyor

Nasıl bu hale geldik?


Biz nasıl bu hale geldik...
Bugün sosyal medyada her yer Türk bayrakları, Atatürk ve silah arkadaşlarının fotoğraflarıyla dolu...
Herkes bu vatan böyle kurtuldu. Biz onların torunlarıyız diye bağırıyor, gururlanıyor...
Gururlanıyor da neyle..?
Gururlandığımız bayrağa sahip çıkabilen torunlar mıyız biz?
Verdiğimiz şehidin haddi hesabı yokken, ortalıkta canlı bombalar dolaşıyorken, gelişen ülkeyiz diye övünüp, gelişmemiş zamanlarımızı anarken, çocuk-kadın-erkek-sivil demeden hayatlarımız yitip gidiyorken emanete nasıl sahip çıkıyoruz diyebiliriz...
İlk okul kitaplarından marşımız, andımız, atamızın resmi bile kaldırılıyor farkında mıyız?
Yaşım 40'a yakın ve bir anneyim. Zamanında babalarımızın mücadelesini biliyorum. Fikirleri korkmadan söylerlerdi. Bize bayrak, ata, vatan sevgisini verirler ve bunu yaparken bize bazı şeyleri dayatmazlardı...
Şimdi çocuklara bir şeyleri anlatırken ayakta durmalarını kolaylaştıracak yolları anlatıyoruz aman bir zarar gelmesin diye.. Oysa asıl zarar bundan geliyor..
Aman sus, aman boş ver, aman işine bak diyerek büyüttüğümüz çocuklarımızı vurdumduymaz, bencil ve sorumsuz kişilikler haline getiriyoruz...
Evet rahat yaşamak önemli ama bu zaten insanoğluna hak, neden bunun farkında olarak elimizden alınmaya çalışılanla mücadele etmek yerine, göz göre göre karartıyoruz geleceğimizi...
Neden 2 gün aç kalıp mücadele etmek yerine, ben doyayım birileri bir şeyler yapar ne de olsa diyerek yaşıyoruz... Kimse bir şey yapmıyor çünkü; herkes senden benden bekliyor...
Hadi atalarımız kadar olamasak da bizim çocukluğumuzdaki babalarımız kadar mücadeleci, iradeli, kararlı ve gururlu olalım...


Bugün Çanakkale Zaferi'nin 101. Yıl Dönümü


Çok uzun süredir blogda yazı yazamadım. Bugün de çok yoğun geçmesine rağmen 18 Mart Çanakkale Zaferi için bir şeyler yazmak istedim.
Bugün 18 Mart Çanakkale Zaferi'nin 101. yılı... Dün sanırım Beylikdüzü Belediyesi'nin Facebook hesabında bir paylaşım gördüm "Dönmeyi Düşünmeyenler 101 Yaşında" diyerek kaybettiklerimizi saygıyla anıyoruz demiş... Çok beğendim bu sözü... 101 yıldır unutamadığımız, 101 yıldır minnet duyduğumuz, 101 yıldır gurur duyduğumuz atalarımız vardı bizim..


Çanakkale Savaşı 1. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arası Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebesidir. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, Başkent İstanbul′u zaptederek Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak için ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'nı seçmişlerdir.
Ancak saldırı başarısız olur ve geri çekilmek zorunda kalırlar. Savaş sonucu her iki tarafta ağır kayıplar verir... "wikipedia"


Atalarımız daha 17 yaşındayken yarı aç yarı tok bir şekilde savaşarak bizlere bir hayat bağışlamışken, ben şimdi halimize acıyorum. Gençlerimizin mücadele edebilme yetenekleri bile kalmamış maalesef. Bu mönüyle vatan kurtarılırken yemek beğenmez, şükür edemez hale gelmişiz.


Sanırım büyük küçük herkes neler yaşandığını biliyordur. Ben de geçmişini unutmayan, İstiklâl Marşı ve atalarımızı dilinden düşürmeyen Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na sonsuz teşekkür ediyorum. Bir Beylikdüzülü olarak geçtiğimiz Cumartesi günü 57. Piyade Alayı Anma Komitesini gururla uğurladık. Normalde Çanakkale Zaferi için her yıl Tekirdağ'dan Çanakkale'ye yürüyen komite ilk kez Beylikdüzü'nden yola çıktılar... Sayfasını özellikle takip ettiğim Belediye'nin İstiklal Marşı'nın kabul günü yaptığı paylaşımlar göğsümü kabarttı.

Ne Özgecan'ı unuttu, ne Deniz Gezmiş'i, ne dönmeyi düşünmeyen atalarımızı, ne İstiklâl Marşını ne de Sevgililer Gününü unuttu... Sigarayı bırakma gününde bile içtiğim sigarayı elimden bıraktıracak kadar etkili ve eğlenceli bir paylaşım yaptı... Bu da yaptığı işi ne kadar severek yaptığını ve samimiyetini gösteriyor... Ben şahsen her gün takip ediyor ve yeri geldiğinde eleştirilerimi de sosyal ortamlardan iletiyorum. İşin en güzel tarafıysa anında cevap alıyorum.

Beylikdüzü'nde yaşamaktan bu nedenle çok memnunum... Bu nedenle gururluyum... Ben ki evladını Atatürk ve bayrak sevgisi ile büyütmek isteyen bir anneyim... Gönderecek okulu bile yemeği, ısısı vs gibi özellikleri öncesine milli değerlere verdiği önemle elerken, sırf evleri ucuz olduğundan geldiğim Beylikdüzü ile gurur duyuyorum... İyi ki buradayım İyi ki Beylikdüzülüyüm...

Lütfen takip edin ve siyasi konumundan önce nasıl bir insanın Belediyemizi yönettiğini görün..
https://www.facebook.com/imamogluekrem/
https://www.facebook.com/beylikduzubelediyesi/
http://www.beylikduzu.bel.tr/

Mevzu Çanakkale Zaferi'nden sosyal medya hesaplarına kadar geldi..
Ben bu gururlu günde atalarımızı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü bir kez daha saygı, sevgi ve özlemle anıyorum...


14 Ocak 2016 Perşembe

KALANDARİS KULANDARİS KUTLU OLSUN

Kalandaris Kulandaris Rumi takvimin ilk ayı kalandarın birinci günü Miladi takvime göre Ocak ayının 14’üne tekabül ediyor. Karadeniz Bölgesi’nde özellikle Trabzon ilinde bu gecenin ayrı bir önemi var.
Geleneksel olarak bu gecede çocuklar dışarı çıkar ve evleri dolaşarak ellerindeki torbaları evlerin kapısına koyup kapıyı ve zili çaldıktan sonra ev ahalisinin torbanın içine koyacakları hediyeleri beklerler. Bu arada bazı manilerde söylerler. Bazen ev ahalileri torbalara kedi koyarak da gelen çocuklara ve gençlere şakalar yaparlar.
 
Kalandar geceleri köyün  genç ve çocukları kemençe (bazı köylerde tulum ya da şimşir kaval) eşliğinde horonlar oynayarak toplanır. Köydeki tüm evleri tek tek gezerler. Koliva (haşlanmış mısır), fındık, meyve, ceviz vs. toplarlar. Evlerin önüne gelen çocuklar yine köyden köye değişen ama ana teması benzer bir Kalandar tekerlemesi söyler ve kara koncolos oyunu adı verilen bir seyirlik oyun oynar.
Kalandar gecesi gezmelerinin en önemli özelliği ise çocuklardan birisinin kara koncolos kılığına girmesi. Yüzü kazanın altından alınan maniya ile siyaha boyanan, üzerine postlar giyerek ayıya benzetilen, beline koyun ya da inek çanları takan, elinde değnek taşıyan bir genç bu kılığa sokulmakta bir kemençeci ve çocukların söylediği tekerlemeler eşliğinde kapı kapı dolaşarak evlerden yiyecek toplanır. Bazı köylerde oyuncu kadrosuna kadın kılığına sokulmuş bir erkek (gelin), şeytan (ateşçi), doktor (kizir), ağa, ihtiyar, deve kılığına giren birkaç oyuncu eklenir.

İpe bağlanan bir torba ev kapısından içeri uzatılarak:

“Gece geldim kapınıza

Selam verdim Yapınıza
Selamımı almazsanız
Daha gelmem yapınıza
*
“Kalandar soğuğunda
Ya bakın kaldık dara
Açın siz kapıları
Biz geldik Kalandara” 

Ya da oyunda kara koncolos yerine deve kullanılıyorsa istekler biraz abartılır. Örneğin;

Galandariya Farfariya
Get kilara Gel gapiya
Ver deviye
Pestilden, tutdan
Almadan, armuttan
Şekerden, çaydan
Külekteki yağdan
Bulğurdan, yarmadan
ğavurmadan, ğıymadan
Dahasını saymadan
Ver babam ağam, Bacım, Nenem Ver!

Gümüşhane tekerlemesini söylenir, ev sahibinin torbayı doldurması beklenirmiş.
Bir zamanlar yörenin çocukları bu günü iple çekermiş. Ev ev dolaşır, akşamdan hazırladıkları bez torbaları çaldıkları kapıdan içeriye uzatırlar, ağızlarında kulağı okşayan bir tekerleme:
“galandaris gulandaris
erkek uşak dişi buzak
bir feli kabak”

Evin sahibi de zaten Kalandar hazırlığını yapmış, kapıdan uzanacak bez torbaları bekler. Bir gün öncesinden koliva kazanları kaynatılmış, tekerlemenin içinde geçen “bir feli kabak” pişirilmiş olur. Avuç avuç fındık, ceviz ve meyveler dodurulurdu torbalara. Çocuklar tüm kapıları “galandaris gulandaris” yaptıktan sonra mutlu bir şekilde topladıklarını yemeye giderler.
Yine, Kalandar sabahı genç kızlar erkenden suya gidip başlarını yıkardı, saçlarımız uzun olsun diye...
Bekarların dilinde de bir kalandar türküsü:

“Kırlangıç yuva yapar karaağaç kovuğunda
Bekarlar neler çeker Kalandar soğuğunda”

Artık, Kalandar ayında “galandaris gulandaris” yankılanmıyor kapılarda. Koliva kazanları kaynamıyor, kabak felileri pişmiyor Kalandar çocuklarına özel. Genç kızlar da saçımız uzun olsun diye erkenden sulara koşmuyorlar.
Kalandar eğlenceleri adı aynı olmamakla birlikte Ordu, Giresun, Rize ve Gümüşhane’de de aşağı yukarı aynı şekilde gerçekleşmekteydi.
Çoğunlukla toplanan yiyecekler pişirilip yenilirdi.  
Büyük köylerde her mahalle kendi kalandar grubunu oluşturur, torbasını yiyeceklerle doldururken bir yandan da komşu mahallelerin kumpanyalarının torbasını kapıp kaçma mücadelesi verilirdi. Bölgedeki Hıristiyan Rumlar ise kalandarı eğlenceden öte (noel dolayısıyla) dini bir atmosfere büründürmüşlerse de tekerleme ve türkülerin sözleri Anadolu’da, Yunanistan’da hatta aşağıda derlenmiş örnekte olduğu gibi Kırım’da da aşağı yukarı aynıydı. 

Kalimera ais Vasil (Merhaba, Aziz Vasil)
Na fers iyia, ivlouiyia (Bize sağlık ve inayet)
Biritet, prama, lougar (tahıl, sığır, eşya)
Kapitia, fimoria, kalo kardia (para, altın, iyi kalp getir)

Kalandarın ilk günü

Kalandar ayının ilk günü eve ilk giren kişinin taşıdığı özelliklerine göre yılın iyi veya kötü geçeceğine işaret edileceğine ciddi ciddi inanılmaktaydı.
Eve kötü huyu, şanssızlığı ile tanınan ya da kör, topal, fakir, kısır kişilerin girmesinin o yıl felaket getireceğine inanılmaktaydı. Bu yüzden bu önemli iş kadere bırakılmaz iyi huylu temiz giysili çocukların eve ilk giren olması sipariş bile edilirdi. Hemşin gibi yörelerde yılın bereketini garantiye almak için ahırdaki öküz eve getirilerek sağ ayağıyla eve girmesi sağlanırdı.

Kalandarın gün sayması yada minoloya
 
Sadece kalandar sabahı değil kalandarı takip eden 12 gün takip edilerek ve her gün bir ay ile ilişkilendirilerek o yılın nasıl geçeceği konusunda kehanette bulunulurdu.
Sözgelimi 6 gün yağmur yağmışsa Kiraz ayı (Haziran) yağmurlu geçecekti. Bazı yörelerde yeni yıl Mart ayından başlatıldığından Mart Dokuzu adı verilen bu son derece bilimsel (!) geleneğin bir de adı vardı: Minoloya yani Rumca “Ay bilimi”.

Kalandar çöreği

Kalandar günü köy gençlerinin evlerden topladığı malzeme ile pişirdikleri ve delikanlıların/genç kızların bu çöreği yedikleri gece, evlenecekleri erkekleri rüyalarında göreceklerine inandıkları aşırı tuzlu çöreğin adıdır.
Trabzon ve Civarında yılbaşı (Kalandar) gelenekleri ve seyirlik köy tiyatroları Anadolu’da ve Trabzon dışındaki Karadeniz illerinin mahalli takvimlerinde Ocak ayı için yaygın olarak zemheri terimi kullanılır, aynı gece benzer eğlenceler yapılmakla birlikte Kalandar gecesi gezmelerinde oynanılan seyirlik köy tiyatroları için ‘Karakoncolos ( Korkunç hayali yaratık) yada momoyer (Trabzon yöresine özgü genellikle doğaçlama oynanan köy seyirlik oyunları) Rumca yerine farklı bir terminoloji kullanılırdı.  

Kaynakça:
Büyük ölçüde 2005 yılında Heyamola Yayınlarınca yayımlanmış
Karadeniz Ansiklopedik Sözlük ve Folklor ve Mitoloji Sözlüğü,
Karalahana Dergisi ve Darıca Halk Kültür ve Dayanışma Derneği

 

Zübeyde Hanım'ı Saygı ile Anıyoruz


Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ı saygı ve sevgi ile anıyoruz. Zübeyde Hanım 1857 yılında dünyaya gelmiş ve 14 Ocak 1923'de hayatını kaybetmiştir.

Zübeyde Hanım, Osmanlı devrinde, II.Mehmed zamanında Anadolu Larende - Karaman'dan Rumeli’ye göçen ve Selanik yakınlarındaki Langaza’da toprak işleri ile uğraşan bir Türkmen ailesi olan Hacı Sofu ailesindendir. Mustafa Kemal Atatürk'ün anne soyu da, Karaman'dan gelerek Selanik ile Manastır'ın arasında bulunan Vodina Sancağı'na bağlı "Sarıgöl" de denilen "Kayalar" Nahiyesine yerleşmişler. Aile, sonradan Selanik yakınlarında bugün de kaplıcaları ile meşhur olan Langaza'ya yerleşmiş. Dedesi Feyzullah Efendi'nin taşıdığı "Sofu-zade" (Sofular) lâkabı, yerleştikleri Sarıgöl bölgesindeki yer adları ve ailedeki hatıraların gösterdiği üzere, Mustafa Kemal Atatürk'ün anne soyu Karaman'dan Rumeli'ye gelen ve bundan dolayı da "Konyarlar" olarak Rumeli'de anılan Yörük Türkmenlerdendir.
Zübeyde Hanım, 1857'de Lankaza'da dünyaya gelmiş. Babası Sofuzade Feyzullah (Sadullah) Ağa, annesi Molla Hanım olarak anılan Ayşe Hanım’dır. Döneminde kadınların okula gitmesi yaygın olmadığı için, okur yazar oluşu nedeniyle kendisi de Zübeyde Molla olarak anılırmış.
Zübeyde Hanım, kızı Makbule ve oğlu Mustafa Kemal ile birlikte Hacı Sofu gibi dinine bağlı bir aileden geldiği için oldukça dinine bağlıymış. Türk tarih kitaplarında sıkça geçen, eğitim sisteminin karışık olduğu bir dönemde, Mustafa Kemal'in ne tür bir okula gideceği konusundaki tartışmalarda Zübeyde'nin, dini eğitim veren Mahalle Mektebi'ne gitmesinde ısrarcı oluşu bu yüzdendir.

Selanik'te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memur Ali Rıza ile 1871 yılında henüz 14 yaşında iken evlendi. Ali Rıza, sarışın ve mavi gözlü bir kadınla evlenmeyi düşlerken, kendisinden 20 yaş küçük olan, siyah saçlı ve derin mavi gözlü bu kadına sevdalandığını belirtmiştir.

Yeni çift Selanik Yenikapı semtinde yeni hayatını başlatmış ve Zübeyde Fatma, Ömer ve Ahmet adlı çocukları doğmuştur. Ancak Fatma bu dönemde ölmüştür.
Eşi Ali Rıza'nın Yunanistan sınırında Çayağzı (ya da Papaz Köprüsü)'na tayin edildiği için taşınmış ve orada Ömer ve Ahmet ölmüş.
1881’de dördüncü çocukları Mustafa, 1885’te Makbule, 1889’da Naciye doğdu. Naciye’yi de küçük yaşta veremden kaybettiler. Ali Rıza Efendi de 1888 yılında öldü.

İkinci Evliliği
Bunun üzerine Zübeyde, çocuklarını da alarak abisi Hüseyin Bey'in Langaza'daki çiftliğine gitti. Babasının erken ölümünün ve dayısının çiftliğinde ailenin erkeği olarak yaşadıklarının Mustafa üzerinde derin etkileri olduğu düşünülür.
Abisine daha fazla yük olmak istemeyen Zübeyde, ikinci evliliğini Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Bey ile yaptı. Ragıp'ın da önceki evliliğinden dört çocuğu vardı. Bu evlilik, babasının hatırasına saygı gösterilmediğini düşünen Mustafa Kemal'i kızdırdı. Zübeyde Balkan Savaşı’ndan sonra Ragıp Bey’den ayrıldı ve artık Osmanlı toprağı olmaktan çıkan Selanik’i terk ederek kızı Makbule ile birlikte İstanbul’a göç edip Beşiktaş Akaretler’de bir eve yerleşti.
Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy'a, Ragıp Bey hakkında "Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır." demiştir.
Mustafa Kemal Atatürk 
annesi Zübeyde Hanım'ın
cenaze töreninde, İzmir, 1923
1919’da Anadolu'ya çıktığından beri görmediği ve üstelik Osmanlı Padişahı tarafından hakkında ölüm emri verildiğini öğrendiği oğlu Mustafa Kemal ile ancak 14 Haziran 1922’de Adapazarı’nda tekrar buluşan Zübeyde, onun yanına Ankara’ya yerleşti. Ancak bu şehrin sert iklim koşulları sağlığını olumsuz etkileyince tedavi amacıyla İzmir’e gitti. 14 Ocak 1923 günü 66 yaşında oğlunun başarılarını gördükten sonra hayatını kaybetti. İzmir’in Karşıyaka ilçesinde 1940 yılında yaptırılan anıt mezarda yatmaktadır.


Kaynakça: wikipedia

12 Ocak 2016 Salı

Rauf Raif Denktaş Kimdir?


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı, Kıbrıs Türkü siyasetçi ve yazar Rauf Raif Denktaş’ı saygıyla anıyoruz.

Politikacı olmasının yanı sıra, renkli bir kişiliğe sahip olan Rauf Denktaş, yazar kimliğiyle de önemli bir şahsiyettir. 1985'in son aylarından bugüne Yeni Asya Yayınları arasında çıkan kitapları bulunuyor ve Halkın Sesi gazetesinde yazılar yazmaktaydı. Ayrıca fotoğraf makinasını elinden Denktaş, çok meraklı bir fotoğrafçı ve ART isimli televizyon kanalında Pazartesi günleri Denktaş'ın Gündemi adlı, görüşlerini anlattığı programı sunmaktaydı. Ayrıca Kurtlar Vadisi dizisinde de konuk oyuncu olarak kendisini canlandırmıştı.

Vefatının ardından Türkiye ve KKTC'de ulusal yas ilan edilmişti. 8 Ocak gecesi organ yetmezliği ile Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesine kaldırılmış ve burada 13 Ocak 2012’de 88 yaşında hayatını kaybetmişti. Denktaş 17 Ocak 2012’de devlet töreni ile Lefkoşa’daki Cumhuriyet Parkı’nda defnedildi.

27 Ocak 1924, Baf - 13 Ocak 2012, Lefkoşa

KİTAPLARI
·        Saadet Sırları (1941)
·        Ateşsiz Cehennem (1944)
·        Criminal Cases (1953)
·        12'ye 5 Kala (1965)

·        Akritas Planı (1972)
·        A Short Discourse of Cyprus (1972)
·        The Cyprus Problem (1973)
·        Cyprus Triangle (1981)
·        Gençlerle Başbaşa (1981)
·        Kur'ân'dan İlhamlar (1986)
·        Gençlere Öğütler (1988)
·        İmtihan Dünyası
·        Yarınlar İçin
·        Kıbrıs Girit Olmasın
·        A Handbook of Criminal Cases, 1955
·        Cyprus Problem in a Nutshell, 1983
·        Kadın ve Dünya - Woman and The World, 1985
·        UN Speeches on Cyprus, 1986
·        Seçenekler ve Kıbrıs Türkleri - The Options and The Turkish Cypriots, 1986
·        Cyprus, An Indictment and Defence, 1987
·        The Cyprus Problem 23rd Year, 1987
·        My Vision for Cyprus, 1988
·        Atatürk, Din ve Laiklik - Atatürk, Religion and Laïcité, 1989
·        Kıbrıs'ta Bitmeyen Kavga - The Unending Fight in Cyprus, 1991
·        Kıbrıs Davamız - Our Cyprus Issue, 1991
·        İlk Altı Ay - The First Six Months, 1991
·        What is the Cyprus Problem, 1991
·        A Challenge on Cyprus, 1990-91
·        Denktaş As A Photographer, Images From Northern Cyprus, 1991
·        The Cyprus Problem and the Remedy, 1992, Nicosia (Lefkoşa)
·        From My Album, 1992
·        Günler - Those days, 1993, Nicosia
·        Images From Northern Cyprus, 1993
·        Vizyon - The Vision, 1994, Nicosia
·        Kapılar - Doors, 1995, Nicosia
·        Observations on the Cyprus Dispute, 1996
·        Kıbrıs Meselesinde Son Durum - The Latest Situation in Cyprus Issue, 1996, Nicosia
·        Rum Yunan İkilisi: İstenmeyen Cumhuriyetten Nereye? - Cypriot Greek Duo: Where to from the Unwanted Republic, 1996, Nicosia
·        Karkot Deresi - Karkot Creek, 1996
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, I. cilt (1964) - Memoirs of Rauf Denktaş, 1964-74, volume I (1964), 1996
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, II. cilt (1965), 1997
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, III. cilt (1966), 1997
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, IV. cilt (1967), 1997
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, V. cilt (1968), 1997
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, VI. cilt (1969), 1997
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, VII. cilt (1970), 1997
·        Kalbimin Sesi - The voice of my heart, 1997
·        In Search of Justice, 1997
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, VIII. cilt (1971-72), 1998
·        Rauf Denktaş'ın Hatıraları, 1964-74, IX. cilt (1973-74), 1999
·        Hatıralar, Toplayış, X. cilt - Memoirs, Conclusion, vol X, 2000